ÇANAKKALE SAVAŞI HİKAYELERİ

ÇANAKKALE SAVAŞI HİKAYELERİ

BİR ŞEHİD SUBAYIN MEKTUBU

Mühim olan, yaşayan, duygulu ve seviye kazanmış bir kalbe sahip olabilmektir ki, bütün insanlık istifâde etsin ve hidâyet bulsun!

İşte Çanakkale’de çarpışan mü’min ordumuz, sadece kahramanlık ve cesaret destanı değil, aynı zamanda sahip oldukları mânevî kemâl bereketiyle bir fazîlet destanı yazmıştır.

Bugün Anadolu’da ocağı tüten her evin kudsî hâtırasında bir Çanakkale şehîdinin olduğu muhakkaktır. Her âile bir Çanakkale yetimidir. Bu hâl, nesilden nesile intikâl eden bir şeref madalyasıdır. Çanakkale, tarihe müşahhas şehîdlik mefhûmunu bir daha nakşetmiştir. Bu şehîdlerin kabirleri sîne-i millettedir. Merhum Mehmed Âkif bunu ne güzel ifâde eder:

Ey şehîd oğlu şehîd! İsteme benden makber;

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber!..

BİR ŞEHİD SUBAYIN MEKTUBU

Çanakkale cephesine gönüllü katılmış yedek subay Muallim Hasan Ethem merhûmun şehîdlik mertebesine ermeden az evvel anasına yazdığı ve oradaki askerin hepsine şâmil mânevî iklîmi aksettiren mektubunun bir parçasını dikkatlerinize arz ediyoruz:

Vâlideciğim!

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!

Nasihat-âmiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sâyesinde (gölgesinde) otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş rûhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukadddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selâmlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.

Gözlerimi biraz sağa çevirdim; güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir sadâ ile beni müjdeliyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim; çığıl çığıl akan dere, bana vâlidemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu… Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sadâsıyla beni tebşîr ediyor ve hissiyâtıma iştirâk ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

Sanki bülbül, bu terennümü ile benim duygularımı aksettiriyordu: «Vâliden kaderine küssün, ne yapalım! O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içeçek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin âheste akışını tedkîk edecek, çıkardığı derûnî nağmeleri duyacak idi.»

Şu anda bu güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Dâvûdî sesli yiğit bir er, ezân okuyor…

Aman yâ Rabbî! Bu ovada bu lâhûtî ses, sanki başka bir âlemden geliyordu; ne kadar güzeldi! Bülbüller bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcûdât onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezân-ı şerîf bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemâat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.

Dünyanın bütün dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:

«Ey yerlerin ve göklerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Hâlıkı! Sen bütün bunları bizlere verdin. Yine bizlerde bırak! Böyle güzel yerler ve şu nîmetler, Sen’i takdîs ve Sen’in yüceliğini tasdîk eden bizlere âit olsun!

Ey benim ulu Allâh’ım! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, Sen’in ism-i celâlini İngiliz ve Fransızlar’a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsân eyle ve huzûrunda titreyerek, böyle güzel ve sâkin bir yerde Sana duâ eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!..» diyerek duâ ettim ve kalktım.

Artık benim kadar mes’ûd, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Anneciğim, diğer oğlun Hâlid de benim gibi güzel yerlerdedir.

Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor! İnşâallâh düşman askerini kahreder de zaferle yanına döner ve düğünümü yaparız, olmaz mı?

Vâlideciğim, bizleri duâlarından unutma! Allah senden râzı olsun!..

Oğlun Hasan Ethem

4 Nisan 1331 – 17 Nisan 1915

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları

çanakkale, çanakkale savaşı, 18 mart, 18 mart çanakkale savaşı, çanakkale harbi, çanakkale şehitleri, çanakkale şehit mektupları, şehit mektupları, çanakkale savaşları, 

Bir Cevap Yazın